Muhâkemetü’l-Lügateyn’deki Türk Ordu Teşkilatına Ait Terimlerin Karşılaştırmalı İncelemesi
Muhâkemetü’l-Lügateyn’deki Türk Ordu Teşkilatına Ait Terimlerin Karşılaştırmalı İncelemesi Çağatay edebiyatının en önemli temsilcilerinden biri sayılan Ali Şîr Nevâyî[1] tarafından yazılan ve iki dilin karşılaştırması anlamına gelen Muhâkemetü’l-Lügateyn adlı eser, Türkçenin en az Farsça kadar gelişmiş bir dil olduğunu göstermek maksadıyla hazırlanmıştır. Eserin giriş bölümünde dil konusunda genel bir bilgi veren Nevâyî, Arapçayı, Kuran dili olması sebebiyle kutsal olarak değerlendirdiğinden, bu dili diğer dillerden […] TÜRK TARİHİ ARAŞTIRMALARI


Muhâkemetü’l-Lügateyn’deki Türk Ordu Teşkilatına Ait Terimlerin Karşılaştırmalı İncelemesi
Çağatay edebiyatının en önemli temsilcilerinden biri sayılan Ali Şîr Nevâyî[1] tarafından yazılan ve iki dilin karşılaştırması anlamına gelen Muhâkemetü’l-Lügateyn adlı eser, Türkçenin en az Farsça kadar gelişmiş bir dil olduğunu göstermek maksadıyla hazırlanmıştır. Eserin giriş bölümünde dil konusunda genel bir bilgi veren Nevâyî, Arapçayı, Kuran dili olması sebebiyle kutsal olarak değerlendirdiğinden, bu dili diğer dillerden farklı bir noktaya koymaktadır. Daha sonra Türkçe, Farsça ve Hintçeyi de asıl dillerin kaynağı olarak göstermek suretiyle, bu dilleri Nuh’un üç oğlu olan Yafes, Sam ve Ham’a dayandırmaktadır. Bu diller arasında Türkçenin neden daha üstün olduğu da yine Nevâyî tarafından aktarılmaya çalışılmıştır[2].
Eserin yazımında Nevâyî, delillerini somut örneklerle aktarmaktadır. Onun kullandığı bu örnekler ise geleneksel Türk sosyal, ekonomik, kültürel ve siyasi hayatında yer alan kavramlardan müteşekkil olup, eserde bu kavramların Türk dil kurallarına göre açıklamalarına yer verilmektedir. Bu açıklamalara dikkat edildiğinde, Türklerin ordu teşkilatı içerisinde yer alan on sekiz kavram olduğu görülecektir. Çalışmamızda bu kavramları daha iyi aktarabilmek amacıyla genel olarak Türklerde ordunun ne gibi özelliklere sahip olduğu üzerinde durulacak, ardından Muhâkemetü’l-Lügateyn’de kullanılan kavramlar, eserin yazıldığı dönemin öncesi ve sonrasıyla ele alınmaya çalışılacaktır.
1. Genel Hatlarıyla Türklerde Ordu
Türk tarihi kadar eski bir geçmişe sahip olan Türk ordusunun zamanla doğru orantılı olarak sürekli gelişim kaydettiği görülmektedir. Köklü bir devlet geleneğine sahip olan Türkler için ordu da aynı oranda köklü ve kendini geliştiren bir yapı içerisindedir. Bu bağlamda tarih boyunca pek çok devlet kuran Türkler için ordu düzeni son derece önemlidir. Çünkü tarih boyunca kurulan bu devletlerin güvenlikleri ancak güçlü bir ordu düzeni ile sağlanabilmiştir.
Bozkır kültürünün bir neticesi olarak, doğan her Türk, çocukluğundan başlamak üzere bir çeşit askeri eğitime tabi tutulur, hatta adını bile elde ettiği bir başarı ya da kahramanlığı ile kazanırdı[3]. Çocukluğundan beri eğitime tabi tutulan Türkler, savaşçı özellikleri ile elde ettikleri yeteneği sürekli canlı tutmak suretiyle, hazır asker gibi işlev görürlerdi. Konar-göçer bozkır kültürünün çok büyük payı olan bu durum, Türklerin ordu-millet olarak adlandırılmalarına sebep olmuştur. Bu sebeple de Türk kültüründe askerlik oldukça kutsal bir görev olarak düşünülmektedir.
Türk ordusunun genel karakteri incelendiğinde, sahip olduğu özellikler bakımından, diğer milletlerden farklı bir yapı arz ettiği görülmektedir. Buna göre, Türk ordusu ücretli askerlerden oluşmaz, ordu süreklilik arz eder ve ordunun temeli süvarilere dayanır. Bütün Türk erkekleri doğuştan birer asker oldukları gibi, sosyal yaşamın doğal bir sonucu olarak kadınlar da yeri geldiğinde savaşçı olmaktaydılar. Savaşa hazırlıklı olmak ise, konar-göçer yaşam tarzının getirdiği koşulların yanı sıra, bazen de özel organizasyonlarla sağlanabilmekteydi. Buna en güzel örnek, zaman zaman kağanların da katıldığını gördüğümüz sürek avlarının varlığıdır. Bu etkinlik yılın belirli aylarında yapılır, kağan ya da beylerin sevk ve idaresinde bir çeşit askeri talim özelliği gösterirdi. Bunun yanı sıra çocuklar, koyunların üzerinde ata binmeyi ve oklarla kuşlara nişan almak suretiyle de avcılığı öğrenmekteydiler[4].
Eski Türk Yazıtlarında ordu kelimesi sü kavramıyla karşılanır[5]. Bilindiği üzere Türk ordu yapısı da Mo-Tun Yabgu (Mete) döneminde onlu sisteme göre düzenlenmiştir ve bu yapılanma modern ordu sisteminin bir örneği olarak görülmektedir. Bu yapılanmada en büyük askeri birliği on bin kişiden oluşan tümen oluşturmaktaydı. Ordunun başında ise Sü-başı dediğimiz, bugünkü manada genelkurmay başkanı, bulunmaktaydı. Bu bilgilerimizin kaynağı Türk ordu teşkilatı hakkında ilk verileri edindiğimiz MÖ. 3. yüzyıla kadar gitmektedir. O tarihten sonraki dönemlere ait olan, başta Çin kaynakları olmak üzere, gerek Kök Türk yazıtları ve gerekse diğer kaynaklar incelendiğinde, Türk ordu teşkilatı yapılanmasının sürekli gelişim gösterdiği görülecektir. Bu gelişime paralel olarak kullanılan kavramlar da kimi zaman ihtiyaca göre artmış, kimi zaman da değişikliğe uğramıştır. Örneğin Hun dönemine baktığımızda, ordu kavramının bir sınır garnizonu anlayışıyla başladığını görmekteyiz. Bu kavram daha sonra büyük ıkta sahibi beylerin ya da komutanların karargâhlarına kadar genişliyordu. Ordu sözünün bir başka anlamı da hakan ailesinin bulunduğu karargâh olarak geçmekteydi[6]. Bu manada ordu, hakanın ailesinin bulunduğu yer olması münasebetiyle, başkent anlamında kullanılmaktaydı. Ancak daha geç dönem Türk tarihine ve günümüze bakıldığında ordu kelimesi, devletin askeri birliğinin bütününü ifade etmektedir.
Zaman içerisinde Türk ordu teşkilatında meydana gelen değişiklikler genellikle hayat tarzının ve dönemin getirdiği bir takım ihtiyaçlar neticesinde gerçekleşmekteydi. Örneğin barutun icadı çok geçmeden Türk askeri birliklerinin içerisinde de yerini almıştır. Devletin coğrafi sınırlarının denizlere dayanması, askeri düzen içerisinde deniz kuvvetlerinin oluşturulmasını beraberinde getirmiştir. Zaman içerisinde meydana gelen bu değişimlere bir başka örnek ise, geleneksel Türk sosyal hayatının ilerleyen dönemlerde biraz daha yerleşikliğe doğru kaymasıyla oluşmuştur. Şöyle ki, konar-göçer yaşam tarzında hayatın içerisinde var olan zorluklar insanları hazır asker olarak yetişmeye zorlarken, bu hayat tarzının değişmeye başlamasıyla birlikte oluşan toprağa bağlılık, beraberinde profesyonel bir askerlik anlayışını gerektirmiştir. Çünkü yerleşik yaşam bir nevi korunması gereken büyük şehirlerin ifadesidir. Oysa konar-göçer hayat tarzında askeri birlikleri yine halkın kendisi oluşturduğundan ve çok büyük şehirlerin varlığından söz edemediğimizden gelişmiş bir askeri teşkilatlanma söz konusu değildir.
Eski Türk toplumunda konar-göçer hayat tarzı o kadar çok benimsenmiştir ki, yerleşikliğe geçildiğinde değişen hayat tarzı ile birlikte Türklerin savaşçı özelliklerini terk edeceği ve bunun sonucu olarak naif tabiatlı olacaklarına inanılmaktadır. Önemli bir Çin kaynağı olan Eski T’ang Tarihi’nde aktarılan bilgiye göre, Türklerin düşmanlarına karşı uzun zaman mücadele edebilmesinin nedeni, su ve otlakları izlemek suretiyle yaşanılması, oturulan yerin yani yerleşikliğin söz konusu olmamasıdır[7].
Türklerde atlı birliklerin var oluşu ve silah kullanma yeteneğinin gelişmiş olması Türk ordusunu diğer milletlerin askeri teşkilatından ayıran önemli bir etkendir. Konar-göçer hayat tarzı ile bütünleşen bu ordu düzeni içerisinde atlı birlikler oldukça hızlı hareket edebilmeyi beraberinde getirmiştir[8]. Ayrıca Türklerin silah kullanmadaki hünerleri savaşlarda da başarı elde edilmesini sağlamıştır. Bu konuda yine Eski T’ang Tarihi’nde Tonyukuk’un izlenmesi gereken siyaseti aktarırken verilen örnekte, Türklerin silah kullanmaya alışık olmalarının, düşmana karşı verilen mücadelede başarılı olunmasının sebeplerinden biri olduğu vurgulanmaktadır[9]. Zaman içerisinde geliştirilen silahlar[10] ve savaş meydanlarında uygulanan taktikler[11] Türk ordusunun önemli hususiyetlerinden birkaçıdır.
2. Muhâkemetü’l-Lügateyn’de Geçen Türk Ordu Teşkilatına Ait Terimler
Ali Şîr Nevâyî tarafından 1499 (H. 905) tarihinde yazıldığı bilinen Muhâkemetü’l-Lügateyn adlı eseri incelediğimizde, eserde Türk askeri teşkilatı içerisinde gösterebileceğimiz çeşitli kavramların yer aldığını görmekteyiz. Bu kavramlar, eserin yazılış gayesine göre, Türkçe ile Farsça’nın kıyaslanması için kullanılmış ve iki dilin birbirinden farklı yönlerini vurgulayan örneklerle birlikte aktarılmıştır. Tespit edebildiğimiz kadarıyla eserde Türk ordu teşkilatı içerisinde yer alan on sekiz terime yer verilmiştir. Bu terimlerin anlamları Türk tarihinin çeşitli devirleri ile mukayese edilmek suretiyle araştırıldığında, eserin yazıldığı dönem olan XV. yüzyıl sonu XVI. yüzyıl başında Türk ordu teşkilatı hakkında genel bir bilgiye ulaşmak mümkündür.
Nevâyî, eserinde Türkçe’de bazı kelimelerin sonuna –çı eki getirmekle bir meslek ya da yüksek bir memuriyet adı elde edilebileceğini, Farsça’da ise böyle bir kullanımın söz konusu olmadığını belirterek, bir takım örnekler vermektedir. Bu gruba dahil ederek verdiği örnekler arasında, Türk ordu teşkilatı içerisinde gösterebileceğimiz korçı, kirek yarakçı, nizeçi, şükürçi, şilençi, cibeçi terimleri yer almaktadır. Nevâyî’nin ifadesiyle bu terimleri Farsça söz varlığında bulmak mümkün değildir ve Sart adını verdiği Farsça konuşan unsurlar da Türkçe olan bu kelimeleri kullanmaktadırlar[12].
Eski Türk devletlerinde kullanılan silah anlamındaki kur[13] kelimesinden türemiş görünen ve Türkistan’da bir tür rütbe anlamına gelen korçı kelimesi, Muhâkemetü’l-Lügateyn’de Türk askeri teşkilatı terimleri arasında geçen ilk kelimedir. Çağatayca’da korçı kelimesini silahçı anlamında görmekteyiz[14]. Muhâkemetü’l-Lügateyn’nin çağdaşı eserlerden biri olan Babür’ün Vekayi adlı eserinde de korçı terimine rastlanmaktadır. Eserde silah anlamında kurdan türediği görülen kurçı tabiri silahşör, cebeci, ases, atlı asker, mîr-i şeb, zabtiye gibi anlamlara gelmektedir. Yine Vakayi’de kur-beyilik mansıbı geçmektedir. Ayrıca Arat, kelime ile ilgili verdiği açıklamalarda, bu görevi yerine getirenlerden sorumlu kişi manasında kur-başı tabirini kullanmıştır[15]. Korçı teriminin orta zaman Türk dilinde de silahşör, cebeci, muhafız anlamlarında kullanıldığı bilinmektedir[16]. Ayrıca Osmanlı Türkçesinde de yer alan kelime, bir zamanlar bellerine demir kemer bağlayan zırhlı askerin karşılığı olarak kullanılmaktadır[17].
Muhâkemetü’l-Lügateyn’de geçen diğer bir kelime olan kirek yarakçı terimi ise silah ihtiyacını karşılayan silahçı, levazımatçı ya da silah zanaatkârı gibi çeşitli anlamlarda kullanılmaktadır[18]. Gerek, ihtiyaç, lazım anlamlarındaki kergek (kirek)[19] veya Divanü Lûgat-it-Türk’teki haliyle kerek[20] ile fırsat, imkân anlamındaki yarak[21] kelimelerinin bir arada kullanılmasıyla oluşan kirek yarakçı terimi, Osmanlıcada ise levazım olarak geçmektedir. Ancak Osmanlıcada kullanılan levazım, silahlı kuvvetlerin giyecek ve yiyecek ihtiyacı veya silahlı malzemeler dışında kalan çeşitli ihtiyaçları ifade eden daha geniş bir anlamı içermektedir[22]. Hatta askeri düzen içerisinde levazım dairesi oluşturulduğu bilinmektedir.
Yarak kelimesini eski Türk yazıtlarında da görmekteyiz. Yarak ve yarık[23] şeklinde Köl Tigin ve Tonyukuk Yazıtlarında bahsi geçen kelime, silah anlamında kullanılmaktadır[24]. Terim ayrıca orta zaman Türk dilinde de hazırlık; silah; yarar, fayda; serbest; ışık; şimşek anlamlarında kullanılmaktaydı[25].
Süngü anlamına gelen nize kelimesinden türetilmiş olan nizeçi terimi de mızrakçı, süngü ile savaşan kişi, süngücü anlamlarına gelmektedir[26]. Süngü yerine kullanılan nize kelimesi, eski Türk yazıtlarında farklı bir şekilde karşımıza çıkmaktadır. Yazıtlarda süngü anlamında kullanılan kelime sünüg olup[27]; süngülü, mızraklı anlamlarında sünüglig tabiri kullanılmaktadır[28].
Yine Türkistan’da bir rütbe adı olarak rastladığımız şükürçi de şemsiyedar anlamında kullanılmaktadır[29]. Terimi burada zikretmemizin sebebi, rütbe adı olarak kullanıldığını görmemizdir. Ancak anlamına bakıldığında, daha önceki ya da sonraki devirlerde ne şekilde kullanıldığını takip edememekteyiz.
Moğolcada devlet şöleni ya da toyu anlamında kullanılan şilen kelimesi, eserde askerlerin yemeğini dağıtan memur anlamıyla şilençi şeklinde geçmektedir[30].
Nevâyî’nin eserinde -çi son eki kullanılarak türetilen meslek veya yüksek memuriyet adlandırmalarına verilen örneklerden Türk ordu teşkilatı içerisinde yer alan terimlerin sonuncusu olarak cibeçi kavramına rastlamaktayız. Kelimenin kullanımı Osmanlıcada da görülmekte olup, cebeci şeklinde geçmektedir[31]. Çağatayca’da silah yapımcısı anlamına gelen terim, Osmanlıcada anlam genişlemesine uğramıştır. Buna göre, Osmanlı’da cebeci, yalnız silah yapım işiyle uğraşmayan, aynı zamanda üretimini yaptığı silah ve benzeri levazımı koruyarak savaş zamanında bunları mevzilere ve tabyalara kadar sevk etmekle görevli memurlara denirdi. Cebeciler yeniçeri ocağı içerisinde yer almaktaydılar[32].
Muhâkemetü’l-Lügateyn’de, sultanların savaş zamanındaki ihtiyaçlarını karşılamak üzere kullanılan bazı kavramlara da değinilmiştir. Nevâyî bu kavramların, kelimelere vav ve lam eklemek suretiyle elde edildiğini bildirmektedir. Bu terimler, karavul, hirevül, yangavul, sözevül, tapavul, kitpevül ve yasavul olarak kullanılmaktadır[33].
Moğolca kullanımı bulcungar olan karavul terimi, bekçi; müfreze, posta; keşif kolu anlamlarına gelmektedir. Bu birlik, herhangi bir ani baskına karşı tedbir amacıyla ordunun bulunduğu yerin etrafına konuşlandırılan askerlerden oluşmaktaydı[34]. Eski Türk devletlerinde gözleyici, muhafız anlamlarına gelen karakçı[35] terimine yakın bir anlam ifade eden karavul kelimesinin, Moğolcada farklı kullanımları da bulunmaktadır. Nöbetçi, bekçi, karakol anlamlarındaki Hara’ul veya haragul gibi kullanımların yanı sıra, ileri karakol postası anlamını taşıyan sa’urin hara’ul tabirine de rastlamaktayız[36]. Karavul terimi Altın Orda devlet teşkilatında, gözetçi, bekçi; ordunun ani bir baskına uğramaması için, ordugâhın etrafına çıkarılan keşif kolu, atlı haberci anlamlarında kullanılmaktaydı[37]. Altın Orda Hanı Toktamış’ın 1381 tarihli yarlığında ise ordunun muhafız askeri anlamında bökevül sözcüğü kullanılmıştır[38]. Zeki Velidi’nin aktardığı bilgiye göre, Tatar ve Moğollar arasında gerçekleşen savaşın aktarıldığı Uluğ Bey tarafından nakledilen Oğuz Kağan Destanı’nda, Oğuz’un ordusunun yedi kısma ayrıldığı zikredilmektedir. Buna göre karavulun da bu ordunun birinci kısmı olarak ordunun önünde yer aldığı vurgulanmaktadır[39]. Mirza Şahruh dönemine ait bilgi veren Zübdetü’t-Tevârih-i Baysungurî, Tacü’s-Selmânî ve Ravzatü’s-Safa adlı eserlerde de karavul kavramı, gözcü, öncü birlik anlamlarında kullanılmaktadır[40]. Karavul terimine Kırım Hanlarından Hacı Girey Han’ın 1453 tarihli, Mengli Girey Han’ın 1467 tarihli yarlıklarında da rastlanmaktadır ve bu yarlıklarda karavul terimi nöbetçi, gözcü, karakol anlamlarında kullanılmaktadır[41]. Altın Orda hanlarından Temir Kutluk’a ait 1397 tarihli yarlıkta ise karavulluk terimi kullanılmış olup, nöbetçilik, gözcülük anlamına gelmektedir[42]. Osmanlıcada karavul teriminin karakol şeklinde karşılandığı görülmektedir. Eski kullanımına yakın bir anlam ifade eden karakol, geceleri asayişi sağlayan kişi, bekçi ya da gece bekçisi olarak geçmektedir[43].
Babür’ün Hatıratında (Vekâyî) karavul teriminin kullanıldığı görülmektedir. Arat’ın terim hakkında verdiği açıklamalar dikkate alındığında, karavul kelimesinin yukarıda verdiğimiz bekçi, müfreze, keşif kolu gibi anlamlarının yanı sıra, öncü manasında kullanıldığını da görmekteyiz. Bu bakımdan Babür’ün hatıratında karavul teriminin yerini çağdavul sözü almaktadır[44]. Eski Türklerde ise, öncü manasında yezek sözcüğü kullanılmaktaydı[45]. Bizim açıklamasını verdiğimiz karavul terimi, Babür’ün Hâtıratı’nda (Vekayi) öncü anlamında kullanılmak suretiyle, aşağıda açıklamasını yapmaya çalıştığımız hirevül tabiri ile aynı manaya gelmektedir. Burada örneğini vermeye çalıştığımız kelimeler arasındaki bu anlam değişmesi, Türk tarihinin çeşitli dönemlerinde oldukça sık rastlanan bir durumdur. Çünkü kullanılan tabirlerin anlamları, zaman içerisinde yaşanılan coğrafyanın da değişmesi ile yakından ilgili olarak bazen daha dar, bazen ise çok daha fazla ifadeyi içerisinde barındıran şekliyle tevarüs etmektedir. Kimi zaman bu değişim, o kelimenin artık gündelik hayatta yer almaması olarak da karşımıza çıkmaktadır.
Askeri terimlerden biri olan hirevül, öncü birlik anlamına gelen ileri kol olarak Türk askeri teşkilatı içerisinde yer almaktadır[46]. Çingiz Han’ın kurmuş olduğu askeri teşkilatın devam ettirildiği görülen Timurlularda, ordunun öncü birliği anlamında kullanılan irevül veya monglay tabirlerine rastlanmaktadır[47]. Biz irevül kelimesini Babür’ün Hâtıratı’nde ve Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig adlı eserinde de görmekteyiz. Vekâyi’de kelime irevül şeklinde geçmekte olup, yine öncü birlik, ileri kol anlamlarında kullanılmıştır[48]. Kutadgu Bilig’de öncü birlik anlamında yezek sözü kullanılmış olup, ordunun nasıl olması gerektiği konusunda verilen bilgi içerisinde, öncü kuvvet düşmanın yanına sokulmalı, otuna suyuna iyice dikkat etmelidir, denilmektedir[49]. Buradaki anlatımdan yola çıkarak, Türk ordusu için öncü birliklerin ne kadar önem arz ettiği rahatlıkla görülecektir. Çünkü öncü birlikler, bir muharebe öncesi düşman hakkında en son bilgileri, hatta bilinmeyenleri öğrenerek karargâha ulaştırmakla görevlidirler. Onların getirdiği bilgilerle savaş için düşünülen stratejiye şekil verilmektedir.
Muhâkemetü’l-Lügateyn’de geçen ve Türk ordu teşkilatı içerisinde gösterebileceğimiz bir başka terim de taraf, kenar, yan kelimelerinden türetilmiş yangavul kelimesi olup, sınır muhafızı anlamında kullanılmıştır[50]. Altın Orda Devletinde ise yol ve sınır muhafızı anlamlarında totkavul terimi kullanılmaktaydı[51].
Savaş durumu söz konusu olduğunda, sefer yapılacağının duyurulması bir gelenek halini almıştı. Nevâyî’nin eserde kullandığı sözevül terimi de bu görevi ifa etmekle sorumlu olan kişiye denirdi. Sözevülün bir başka görevi ise, seferde görev yapacak askeri toplaması, eğer birlikler içerisinde asker kaçakları söz konusuysa da bunları kendi tabur ya da bölüğüne teslim etmesiydi[52]. Böylece bir nevi askeri disiplin sağlanmış olmaktaydı.
Nevâyî’nin zikrettiği hizmetkâr; öncü, keşifçi anlamlarına gelen tapavul teriminin ise, hizmet etmek ve bulmak anlamlarında kullanılan tap sözcüğü[53] ile türetilmiş olduğu görülmektedir[54].
Kitpevül terimi, Moğolca bir kelime olan yatmak anlamındaki kebte- sözünden gelmekte ve gece muhafızı, nöbetçi kıtası anlamlarında kullanılmaktadır[55].
Eserde geçen yasavul terimi,[56] orta zaman Türk dilinde, hükümdarların en yakınında bulunan hassa alayı, yasakçı, muhafız, emir subayı gibi anlamlarda kullanılmaktaydı[57]. Safeviler döneminde yazıldığı bilinen ve Karakoyunlu, Akkoyunlu, Timurlu, Osmanlı tarihini yıllara göre aktaran Ahsenü’t-Tevârîh adlı eserde de yasavul sözcüğüne rastlanmaktadır. Terim bu eserde zırhlı birlikleri düzene koyan kişinin adı olarak kullanılmaktadır[58].
Muhâkemetü’l-Lügateyn’de Türk ordu teşkilatı içerisinde yer alan kavramlardan sonuncu grup ise, Ali Şîr Nevâyî’nin belirttiği üzere, –l eki kullanılmak suretiyle fiillerden isim yapma yoluyla elde edilmektedir.
Bu gruba dahil olan terimlerden ilki, muhasara, abluka anlamlarına gelen kabal ve kahal sözcükleridir. Kabal, kapamak, örtmek anlamında kullanılan kapa- veya kaba- fillerinden türemektedir.[59] Sarmak, çevrelemek, abluka altına almak anlamlarında kullanılan kahamak fiilinden türediği görülen kahal da Moğolcadan gelmektedir[60].
Nevâyî’nin eserinde yer verdiği tarkal terimi, ordunun çözülmesi, gevşemesi anlamlarında kullanılmış olup, yine Moğolcadan Türkçeye geçmiş bir kelime olarak görülmektedir. Ali Şîr Nevâyî, eserinde Türkçenin Farsçaya üstünlüğünü ispatlamaya çalışırken Türk-Moğol ayrımını söz konusu etmemiştir. Çünkü Doğu Türk sahasında Türk-Moğol ittifakı döneminden önemli kültür öğeleri birlikte yer almaktadır. Bir başka deyişle, Çingiz Han ile birlikte Türkçe’nin durumu değişmiş, mevcut hali belirleyen çevre ve şartlar Türkçenin söz varlığına Moğolcadan yeni kelime ve ekler katmıştır[61]. Ayrıca Nevâyî, en küçük anlam farkı için bile sözcük yaratıldığına, bu nedenle de yakın anlamlı sözcüklerin sayısının çok olduğuna dikkat çekmektedir ve Farsçanın bundan yoksun olduğunu belirtmektedir[62].
Muhâkemetü’l-Lügateyn’de Türk askeri teşkilatı içerisinde yer alan terimlerden son olarak, celb anlamına gelen tunkal ve saf, alay anlamlarında kullanılan yasal sözcüklerini göstermek mümkündür[63].
Sonuç
Yukarıda karşılaştırmalı olarak açıklamalarına yer verdiğimiz terimler bize göstermektedir ki, Türk ordu teşkilatı içerisinde en alt kademeden üst kademeye, sultan ya da hakanın en yakınında bulunan askeri birliklere kadar bir takım görevlendirmeler söz konusudur. Bu görevlendirmeler, yalnızca verilen işin yerine getirilmesi olarak yorumlanmamalıdır. Çünkü sözünü ettiğimiz terimler, belirli bir düzen çerçevesinde oluşturulmuş, nizami bir organizasyonun temel göstergeleri olarak görülmektedir. Nevâyî’nin Muhâkemetü’l-Lügateyn adlı eserinde yer alan bu terimler, Türk ordusunun ya da askeri nizamının tek bir parçadan ibaret olmadığının da göstergesidir. Yani kendilerine belirli görevler verilmiş birlikler söz konusudur. Örneğin, Türk ordusunun öncü birliği, nöbet için muhafız alayı, savaşlardan önce düşman hakkında son durumu iletecek olan bir keşif birliği ve hakanı korumakla görevli bir bekçi veya muhafız birliği söz konusudur. İşte tüm bunlar bize Türk askeri teşkilatının belirli bir askeri disiplin içerisinde varlığını sürdürdüğünü göstermektedir. Şüphesiz ki, bu terimlerin Türk tarihinin daha sonraki dönemlerinde de karşılığını görüyor olmamız, askeri disiplinin sürekli gelişim içerisinde olduğuna işarettir. Ayrıca kullanılan terimlerin ilerleyen dönemde farklı ifadelerle karşılanması ya da bu terimlerin daha geniş bir anlamı taşıyacak şekilde bir kullanıma sahip olması da yine Türk ordu teşkilatının sürekli gelişiminin bir başka delili olarak değerlendirilmelidir. Eğer planlanarak oluşturulmuş bir askeri düzen söz konusu olmasaydı, o zaman yukarıda geçen terimlerin hiçbiri olmadan ya da özel olarak bu isimlendirmelere başvurulmadan yapılacak iş, herhangi biri tarafından da ifa edilebilirdi.
Eskişehir Osmangazi Üniv. Tarih Bölümü, Genel Türk Tarihi Anabilim Dalı.
Not: Bu makale, Turkish Studies adlı derginin vol. 5/3 (Summer 2010) sayısında yayımlanmıştır.