Rusya’nın savaş uçağı gündemde: Türkiye Su-35 ve Su-57 alır mı?

Rusya ile Hindistan arasındaki anlaşma neticesinde gözler yine Türkiye'ye çevrildi. Türkiye Rus uçağı tercih edebilir mi? Rusya’nın savaş uçağı gündemde: Türkiye Su-35 ve Su-57 alır mı? yazısı ilk önce Tabya Dijital üzerinde ortaya çıktı.

Rusya’nın savaş uçağı gündemde: Türkiye Su-35 ve Su-57 alır mı?

Rusya, geçtiğimiz ay beşinci nesil savaş uçağı Su-57E’yi Hindistan’a tüm kaynak kodlarıyla birlikte teklif etti. Bu gelişme, Hindistan’ın ABD’den F-35 alma planlarının gündemde olduğu bir döneme denk geldiği için özellikle önem taşıyor.

Hindistan’daki savunma çevrelerine göre, teklif edilen Su-57E modeli, Hindistan’ın mevcut Su-30MKI savaş uçaklarını modernize etmek için yürütülen “Super-30” projesiyle teknik olarak uyumlu. Bu kapsamda, uçağa AESA radar ve Hindistan’da geliştirilen görev bilgisayarları gibi ileri teknolojiler entegre edilebilecek.

Hindistanlı HAL firması ve Rusya’nın UAC şirketi tarafından yürütülen bir de Super-30 projesi var. Proje, yaklaşık 150–200 adet Su-30MKI uçağını daha gelişmiş radar, aviyonik ve elektronik savaş sistemleriyle modernize etmeyi hedefliyor. Su-57E’nin bu sistemlerle entegre çalışması, Hindistan hava kuvvetleri için önemli bir doktrin değişikliği anlamına geliyor. Ayrıca yerli olarak geliştirilen Astra uzun menzilli hava-hava füzeleri ve hassas güdümlü mühimmatlar, Su-57E ile sorunsuz şekilde kullanılabilecek.

Rusya’nın kaynak kod erişimi sunması, Hindistan’ın Rafale uçaklarında Fransa ile yaşadığı teknik kısıtlamalara bir alternatif oluşturuyor. Fransız Dassault firması, Rafale uçaklarında kullanılan bazı radar ve görev bilgisayarı sistemlerinin yazılım kodlarını paylaşmayı reddetmişti. Bu durum, Hindistan’ın kendi teknolojilerini bu uçaklara entegre etmesini engellemişti.

Türkiye, Rusya ile Su-35 ve Su-57 ile Hindistan benzeri bir iş birliğine gidebilir mi?

Yaklaşık 10 yıldır Türkiye’nin F-35 programından çıkarılması ve Eurofighter tedarikinde karşılaşılan siyasi engeller, Ankara’yı alternatif savaş uçağı seçeneklerini değerlendirmeye yöneltti. Bu süreçte, özellikle Rus yapımı Su-35 ve Su-57 uçakları zaman zaman gündeme geldi. Son olarak Rusya’nın, Su-57E modelini Hindistan’a tüm kaynak kodları ve entegrasyon özgürlüğüyle sunması, “Türkiye benzer bir iş birliğine yönelebilir mi?” sorusunu yeniden ortaya çıkardı.

Rusya’nın Hindistan’a sunduğu gibi kapsamlı bir teknoloji erişimi ve ortak geliştirme modeli, Türkiye’nin de ilgisini çekebilir. Özellikle ASELSAN, TUSAŞ, TEI, ROKETSAN ve HAVELSAN gibi güçlü savunma sanayii kuruluşlarına sahip olan Türkiye, Su-57 platformu üzerinde yerli görev bilgisayarı, mühimmat ve aviyonik sistemler geliştirme konusunda ciddi bir potansiyele sahiptir. Hindistan örneği, bu tür bir iş birliğinin sadece platform alımından öteye geçebileceğini gösteriyor.

Bu noktada hatırlatmak gerekir ki; Türkiye için böyle bir iş birliğini hayata geçirmek, teknikten çok jeopolitik ve siyasi faktörlere bağlı. Türkiye, hem NATO üyesi hem de Batı ile çeşitli askeri iş birlikleri olan ve bunları devam ettirmeye niyetli bir ülkedir.

Rusya ile derin savunma ortaklığı kurmak, özellikle ABD ve AB ile ilişkilerde yeni gerilimlere neden olabilir. Nitekim S-400 alımı sonrası yaşanan F-35 yaptırımları bunun somut örneğidir. Aynı durum Rusya tarafı için de geçerlidir.

2015 yılında Rus Suhoy Su-24 uçağının Bayır Bucak bölgesinde düşürülmesi ertesinde yaşananları ve özellikle yaptırımları hepimiz hatırlıyoruz. Bu uçaklarla ilgili bir sürece başlandığında, benzer şeylerin olmayacağının garantisi yoktur.

Haliyle Rusya – Hindistan arasındaki Su-57 örneği, Türkiye’deki bazı çevreler için teknik açıdan ilham verici bir model sunuyor. Kısa vadeli hava üstünlüğü açığını kapatmak adına, Su-35 gibi platformlar geçici ve sınırlı çözümler olarak gündeme gelebilir.

Peki, bu noktada biz de bir soralım; ‘’Türkiye Su-35 ve Su-57 uçaklarını tercih edebilir mi?

Türkiye’nin beşinci nesil savaş uçağı ihtiyacı çerçevesinde F-35, Su-35 ve Su-57 gibi platformlar zaman zaman karşılaştırma konusu oluyor. Ancak bu tür karşılaştırmaları yaparken bazı temel prensipleri hatırlamakta fayda var.

Askeri sistemlerin performans verileri büyük ölçüde gizli tutulmakta, yalnızca “bilmesi gereken” yetkili personelin erişimine sunulmaktadır. ABD menşeli sistemlerle ilgili sınırlı bilgiler kamuoyuna açıkken, Rus sistemleri hakkında detaylı teknik veriler çok daha sınırlı ve doğruluğu kesin olmayan bilgilerden ibarettir. Bu nedenle açık kaynaklara dayalı teknik karşılaştırmaların temkinli şekilde ele alınması gerekir.

Temkinli olmak adına 5. nesil savaş uçağı incelerken, dikkat etmesi gereken temel başlıklar şunlardır:

  • Stealth (görünmezlik) ve karşı-stealth kabiliyetleri
  • Mühimmat uyumluluğu
  • Hassas vuruş yeteneği
  • Operasyonel esneklik
  • Görev sistemlerinin etkinliği ve entegrasyonu
  • Sensör füzyonu ve durumsal farkındalık kapasitesi
  • Ağ merkezli harekât konseptine uyum
  • Mevcut komuta-kontrol sistemlerine entegrasyon zorluğu

Bu özellikleri karşılayamayan bir uçağın, Türkiye’nin askeri mimarisi açısından stratejik bir değer taşıması zor olacaktır. Şimdi açık kaynaklardan elde edindiğimiz bilgileri bu temel başlıklar altında değerlendirelim.

Stealth (görünmezlik) ve karşı-stealth kabiliyetleri

Su-35, Rusya tarafından geliştirilen gelişmiş bir 4++ nesil çok rollü savaş uçağıdır. Uçak, yüksek manevra kabiliyeti, uzun menzilli radar sistemleri ve çeşitli hava-hava ve hava-yer mühimmatlarını taşıyabilme özelliğiyle dikkat çekmektedir. Özellikle yakın hava muharebesi (dogfight) senaryolarında, it dalaşı gibi klasik angajmanlarda rakiplerine göre üstünlük sağlayabilecek bir aerodinamik yapıya sahiptir. Güçlü motorları sayesinde süper manevra kabiliyeti sunar ve bu yönüyle birçok pilot tarafından çeviklik açısından övgüyle anılır.

Su-35’in en büyük eksikliği, düşük radar görünürlüğüne (stealth) sahip olmamasıdır. Açık kaynaklara göre RCS (Radar Kesit Alanı) değeri 1 ila 3 m² arasındadır. Bu, onu 5’inci nesil uçaklarla karşı karşıya geldiğinde ciddi bir dezavantaja sokmaktadır. Ayrıca, üzerinde yer alan IRST (Infrared Search and Track) gibi karşı-stealth sistemlerinin menzili de sınırlıdır. IRST’nin yaklaşık 50 km’lik bir tespit mesafesine sahip olduğu belirtilmektedir; bu da gelişmiş sensör ve stealth özelliklerine sahip bir F-35’e karşı yeterli farkındalığı sağlayamayabilir.

Su-57, Rusya’nın geliştirdiği 5’inci nesil savaş uçağıdır ve ilk uçuşunu 2010 yılında gerçekleştirmiştir. Ancak proje, teknik ve operasyonel birçok zorlukla karşı karşıya kalmıştır. Yeni nesil motoru ilk test uçuşunu 2017’de yapabilmiş ve hâlen tam olgunluk seviyesine ulaştığına dair güvenilir bir gösterge bulunmamaktadır. Su-57’nin stealth özellikleri, özellikle batılı muadilleri olan F-35 ve F-22 ile karşılaştırıldığında yetersiz bulunmakta; RCS değeri açık kaynaklara göre yaklaşık 0.5 m² olarak belirtilmektedir ki bu değer bile F-35’in yaklaşık 0.005 m²’lik değeriyle kıyaslandığında oldukça yüksektir.

Uçakların gizli hedefleri tespit etme kabiliyetleri, yani karşı-stealth özellikleri açısından ESM (Elektronik Destek Tedbirleri) ve IRST (Kızılötesi Arama ve Takip) sistemleri öne çıkar. F-35’te her iki sistem de mevcuttur ama IRST’nin tespit menzili hakkında net bilgi yoktur. Su-35’te ise IRST sistemi bulunduğu ve yaklaşık 50 km’ye kadar tespit yapabildiği belirtilir ama bu menzil sınırlıdır. Su-57’nin IRST kapasitesine ilişkin ise açık kaynaklarda yeterli bilgi yoktur.

Mühimmat uyumluluğu

Bir savaş uçağının etkinliği, sadece uçuş performansıyla değil, aynı zamanda taşıyabileceği mühimmat türleriyle de doğrudan ilişkilidir.

Türkiye gibi kendi mühimmat sistemlerini geliştiren ülkeler için, bu mühimmatların yeni nesil uçaklara entegre edilebilmesi hayati önem taşır. F-16 uçaklarına başarıyla entegre edilen TÜBİTAK SAGE ve ROKETSAN üretimi yerli mühimmatlar, özellikle yüksek maliyetli dışa bağımlılığı azaltmak açısından stratejik bir avantaj sağlar.

Bu mühimmatların her platformla çalışması teknik olarak mümkün değildir. Örneğin NATO standardına göre geliştirilmiş yerli mühimmatların Rus yapımı Su-35 veya Su-57 ile uyumluluğu bulunmamaktadır. Bu platformlara entegrasyon için yazılım ve donanım uyarlaması gerekir ki bu süreç hem zaman alıcı hem de maliyetlidir. Dahası Rusya’nın yazılım mimarisi üzerindeki kısıtlayıcı yaklaşımı, bu tür bir entegrasyonu neredeyse imkânsız hale getirebilir.

Bu noktada F-35 gibi NATO menşeili sistemlerde mühimmat entegrasyonu daha kolay olabilir ama burada da üretici ülkelerin teknoloji paylaşımına açık olup olmaması belirleyici olur.

Hassas vuruş yeteneği

Modern savaş ortamlarında, hassas vuruş yeteneği savaş uçağının vurucu güç kapasitesini belirleyen en önemli kriterlerden biridir. Bu yetenek, uçak üzerindeki görev sistemleri, sensörler ve mühimmatın hedefe yönlendirilme kapasitesiyle doğrudan bağlantılıdır. Hassas vuruş, hem hareketli hem de sabit hedeflere, mümkün olan en düşük yan hasarla ve tek atışta yüksek başarı oranıyla saldırı düzenlenmesini sağlar.

F-35 gibi platformlar, gelişmiş sensör füzyonu ve ağ merkezli harekât yetenekleri sayesinde, hedef tespiti ve mühimmat yönlendirme işlemlerini otomatik olarak gerçekleştirerek, pilota sadece karar verme rolü bırakmaktadır. Bu, operasyonel yükü azaltırken isabet oranını da artırmaktadır. Gömülü elektro-optik sensörler, AESA radar, elektronik harp sistemleri ve dijital görev bilgisayarları bu kabiliyetin temel bileşenleridir.

Su-35 ise bu açıdan sınırlıdır. Yüksek manevra kabiliyetine sahip olsa da sensör füzyonu, hedef tanıma ve hassas yönlendirme konusunda F-35’in gerisindedir. Su-57’nin ise bu alandaki kabiliyetleri açık kaynaklarda pek belli değildir. Görev sistemlerinin olgunluk seviyesi ve sensör entegrasyonu hakkında yeterli açık kaynak verisi bulunmadığı için, hassas vuruş konusunda ne seviyede olduğu bugün dahi net olarak söylenemez.

Operasyonel esneklik

Hassas vuruş yeteneği, aynı zamanda ülkenin bağımsız operasyon yapabilme kabiliyetiyle de ilgilidir. Yerli mühimmatların entegrasyonu sayesinde dışa bağımlılık azalır, silah ambargosu veya teknik kısıtlamalar gibi sorunlar minimize edilir.

Rus uçaklarının mühimmat sistemlerinin genellikle Rus standartlarına göre tasarlanmış olması, bu platformları tedarik edecek ülkelerin kendi mühimmatlarını kullanmasını teknik ve politik olarak zorlaştırmaktadır. Rusya’nın Hindistan’a yaptığı teklif bu noktada kıymetli olsa da gelecek zamanda neler yaşanacağını kestirmek güçtür.

Mühimmat uyumluluğu ve hassas vuruş kabiliyeti bir savaş uçağının görev başarısını belirleyen temel unsurlar arasındadır. Bu nedenle Türkiye’nin tedarik edeceği 5. nesil bir savaş uçağında, hem yerli mühimmatlarla tam entegrasyonun sağlanması hem de hedefe yüksek doğrulukla müdahale kabiliyeti olması büyük önem taşır. Bu kriterleri karşılamayan bir platform, sahada taktik başarıdan çok, politik ve stratejik kısıtlama getirebilir.

Görev sistemlerinin etkinliği ve entegrasyonu

Görev sistemleri; bir savaş uçağının keşif, gözetleme, hedef tespiti, elektronik harp, iletişim, silah yönlendirme ve savaş yönetimi gibi ana görevleri icra edebilmesini sağlayan elektronik, yazılım ve donanım bileşenlerinin bütünüdür.

Bu sistemler; radar, elektro-optik sensörler, elektronik destek/taarruz sistemleri (ESM/ECM), görev bilgisayarları, haberleşme sistemleri ve görev yazılımlarını kapsar. Bir savaş uçağının etkinliği büyük ölçüde bu sistemlerin performansına ve birbirleriyle olan uyumuna bağlıdır.

Görev sistemlerinin etkinliği; hedefleri doğru tespit edebilme, tehditleri ayırt etme, dost-düşman ayrımı yapabilme, çoklu hedef takibi, elektronik saldırılara karşı dayanıklılık, bilgi işleme kapasitesi ve karar destek sunma gibi birçok faktörle ölçülür. F-35 gibi modern 5. nesil uçaklar bu anlamda yüksek entegrasyon seviyesine sahip gelişmiş görev sistemleri barındırmaktadır. Bu sayede pilot, karmaşık görevleri tek bir arayüz üzerinden basit ve etkili şekilde yönetebilir.

Su-35 gibi 4++ nesil platformlarda görev sistemleri oldukça gelişmiş olsa da sistemler arası entegrasyon ve veri işleme kapasitesi bakımından F-35 seviyesine ulaşamamıştır. Su-57’nin ise bu alanda iddialı olduğu belirtilmekle birlikte, görev sistemlerinin hangi olgunluk seviyesine ulaştığına dair yeterli açık kaynak bilgisi bulunmamaktadır. Özellikle savaş ortamında denenmiş, test edilmiş görev sistemleri konusunda Su-57 henüz tam anlamıyla doğrulanmış bir platform değildir.

Görev sistemlerinin sadece etkin olması yeterli değildir; aynı zamanda mevcut altyapıyla, diğer platformlarla ve üst komuta sistemleriyle entegre çalışması büyük önem taşır. Türkiye gibi NATO altyapısını benimsemiş bir ülke için bu entegrasyon kabiliyeti kritik bir gerekliliktir. Şüphesiz ki F-35, NATO görev ağına entegre çalışabildiği gibi, diğer platformlarla da tam veri paylaşımı sağlayabilmektedir.

Su-35 ve Su-57 ise Rusya’nın kendi taktik veri ağına göre tasarlandıkları için NATO altyapısına doğrudan entegre edilemezler. Bu nedenle Türkiye’nin bu uçakları tedarik etmesi hâlinde ya kendi milli görev ağlarını geliştirmesi ya da uçakları kısmen otonom şekilde kullanması gerekecektir. Bu da taktik etkiyi sınırlayabilir.

Görev sistemlerinin verimli kullanılabilmesi için sadece donanım değil, aynı zamanda görev yazılımlarının da etkin ve esnek olması gerekir. Yazılım erişimi, özelleştirme, güncelleme ve milli entegrasyon açısından büyük önem taşır. Hindistan’ın Su-57 ortak geliştirme sürecinden çekilme sebeplerinden biri de Rusya’nın görev bilgisayarları ve yazılım kodlarını paylaşmak istememesiydi. Türkiye’nin de benzer bir sürece girmesi durumunda bu tür sınırlamalar ile karşılaşması olasıdır. Haliyle Türkiye’nin kendi mühimmatlarını ve milli görev yazılımlarını entegre edebileceği platformlara yönelmesi uzun vadede daha stratejik bir tercih olacaktır.

Sensör füzyonu ve durumsal farkındalık kapasitesi

Sensör füzyonu, savaş uçağı üzerinde yer alan farklı sensörlerden (radar, elektro-optik, IRST, ESM, veri bağı, vs.) elde edilen bilgilerin, merkezi bir görev bilgisayarında birleştirilerek anlamlı bir taktik resme dönüştürülmesi sürecidir. Bu teknoloji sayesinde pilot, farklı kaynaklardan gelen bilgileri ayrı ayrı değerlendirmek zorunda kalmaz. Tüm veriler birleştirilerek sade, bütünleşik ve sezgisel bir kullanıcı arayüzü aracılığıyla sunulur.

Beşinci nesil savaş uçaklarının en önemli ayırt edici özelliklerinden biri olan sensör füzyonu, pilotun karar verme sürecini hızlandırır ve karmaşık görevleri daha güvenli ve etkili biçimde icra etmesini sağlar. Bu özellik sadece bireysel uçuş etkinliğini değil, aynı zamanda çoklu platformlar arasında veri paylaşımını ve ortak harekât başarısını da doğrudan etkiler.

Durumsal farkındalık, bir pilotun veya görev ekibinin çevresindeki tehditler, dost unsurlar, hava trafik durumu, radar izleri ve elektronik harp sinyalleri gibi unsurları doğru şekilde algılayabilmesi, yorumlayabilmesi ve bu bilgiler doğrultusunda hızlı tepki verebilmesidir. Bu kabiliyetin düzeyi, uçağın sensör kalitesi, sensör füzyon yeteneği ve taktik veri bağlantıları gibi unsurlarla doğrudan ilişkilidir.

F-35’in sahip olduğu gelişmiş sensör füzyonu gibi sistemler sayesinde pilot, uçak çevresindeki tehditleri tam 360 derece görebilmekte ve bu bilgileri diğer dost unsurlarla da paylaşabilmektedir. Bu da sadece bireysel değil, görev grubu seviyesinde yüksek farkındalık anlamına gelir. F-35’in durumsal farkındalık seviyesi, günümüzde aktif görevdeki en ileri seviyedeki uçaklardan biri olarak değerlendirilir.

Su-35, gelişmiş bir 4++ nesil uçak olmasına rağmen tam anlamıyla bir sensör füzyon altyapısına sahip değildir. Uçak üzerindeki sensörler (IRST, radar, ESM) veri toplasa da bu veriler entegre bir yapıda işlenmekten ziyade, pilot tarafından ayrı ayrı yorumlanmak zorundadır. Bu da özellikle yüksek tempolu harekâtlarda pilotun bilişsel yükünü artırmakta ve reaksiyon süresini uzatır.

Su-57 ise teoride sensör füzyonu ve gelişmiş görev bilgisayarı özelliklerine sahip olacak şekilde tasarlanmış bir platformdur. Ancak şu ana kadar bu özelliklerin görev ortamında hangi seviyede çalıştığına dair net ve doğrulanmış bilgiler yoktur. Su-57’nin bu alandaki yetkinliği hâlen gelişim sürecindedir ve uluslararası kullanıcılar için şeffaflık düzeyi düşüktür. Bu nedenle, sahadaki durumsal farkındalık kabiliyeti şu an için belirsizlik içermektedir.

Buna karşılık Rus menşeili sistemlerin NATO taktik veri bağlantılarıyla çalışması mümkün değildir. Su-35 veya Su-57 tedarik edilmesi hâlinde, bu uçakların sensörlerinden elde edilen bilgilerin mevcut sistemlere aktarılması için paralel bir taktik veri mimarisi kurulması gerekir ki bu da ciddi teknik ve ekonomik yük doğurur. Ayrıca güvenlik açığı riskleri de beraberinde gelir.

Ağ merkezli harekât konseptine uyum

Ağ merkezli harekât (Network-Centric Warfare), modern savaş ortamında tüm kuvvet unsurlarının birbirine entegre şekilde çalışmasını sağlayan, veriye dayalı ve dijitalleşmiş bir harekât konseptidir. Bu yaklaşımda, farklı platformlar arasında gerçek zamanlı veri paylaşımı yapılarak durumsal farkındalık artırılır, karar alma süreçleri hızlandırılır ve etkili bir koordinasyon sağlanır. Kısaca; bilgi üstünlüğü, fiziksel ateş gücünden önce gelir.

Beşinci nesil savaş uçaklarının ağ merkezli harekâtla uyumlu olması, artık bir tercihten öte zorunluluktur. Bu platformlar sadece bağımsız savaş araçları değil, aynı zamanda birer uçan sensör ve komuta unsurudur. F-35 gibi uçaklar, elde ettikleri verileri hem kendi pilotuna hem de çevredeki diğer platformlara aktararak harekâtın genel başarısını etkiler. Yani bir F-35, sadece kendi silah sistemlerini değil, aynı zamanda kara unsurlarını, SİHA’ları, AWACS uçaklarını ve gemileri de daha etkin hale getirebilir.

F-35, özellikle ağ merkezli harekât yetenekleriyle öne çıkıyor. MADL (Multifunction Advanced Data Link) gibi gelişmiş veri linkleri sayesinde F-35’ler arasında yüksek güvenlikli veri paylaşımı yapabilir. Aynı zamanda Link-16 gibi NATO standardı veri bağlantılarına da uyumludur. Bu da F-35’in diğer NATO unsurlarıyla entegre çalışmasını mümkün kılar. Sensörlerden gelen verilerin işlenmesi ve dağıtılması konusunda yüksek işlem gücüne sahip görev bilgisayarları sayesinde F-35, bir “veri düğümü” işlevi görür.

Su-35 ve Su-57 gibi Rus menşeli platformlar, kendi ağ merkezli sistemlerine göre tasarlanmışlardır. Bu sistemler, Rus Hava Kuvvetleri’nin kullandığı taktik ve haberleşme altyapısına entegredir. Ancak bu altyapı, NATO ile uyumlu değildir ve Link-16 ağına doğrudan bağlanamaz. Bu da bu platformların diğer dost unsurlarla gerçek zamanlı veri alışverişi yapamaması anlamına gelir.

Türkiye, Rus menşeli uçakları ağ merkezli sisteme dâhil etmek isterse, ya yerli bir veri ağı geliştirmek zorunda kalacak ya da mevcut NATO ağına paralel, yeni bir sistem kuracaktır. Bu durum yalnızca teknik bir mesele değildir; aynı zamanda siyasi sonuçlar da doğurur. Zira daha önce S-400 tedarikiyle yaşanan F-35 krizinde olduğu gibi, NATO’nun bu sistemlerin kullanımı konusundaki hassasiyeti çok nettir. Bu yüzden Rusya ile yapılacak derin teknoloji iş birliklerinin, Türkiye’nin NATO ile ilişkilerinde yeni gerginlikler yaratması ihtimal dâhilindedir.

Türkiye’nin geliştirdiği milli sistemler de çoğunlukla NATO uyumlu yapı üzerine kuruludur. Örneğin, ASELSAN tarafından geliştirilen TAFICS komuta kontrol sistemleri veya Türkiye’nin geliştirdiği yerli insansız hava araçları, NATO’ya uygun veri aktarım protokolleriyle çalışmaktadır. Rus sistemleri bu altyapıyla doğrudan uyumlu olmadığından, ara çözümlerle bile tam entegrasyon sağlamak çok zor, maliyetli ve risklidir.

Ağ merkezli harekât konsepti, modern muharebe sahasında başarının anahtarıdır. Bu konsepte tam uyum sağlayamayan bir platform, ne kadar gelişmiş sensör ve silah sistemlerine sahip olursa olsun, harekât etkinliği açısından sınırlı kalacaktır.

Mevcut komuta-kontrol sistemlerine entegrasyon

Modern silahlı kuvvetlerde komuta-kontrol (C2 – Command and Control) sistemleri, tüm askeri unsurların birlikte uyumlu çalışmasını sağlayan dijital sinir ağı gibidir. Bu sistemler sayesinde hava, kara, deniz, uzay ve siber unsurlar arasında emir-komuta zinciri kesintisiz işler ve taktik sahadaki karar alma süreçleri hız kazanır. Dolayısıyla bir platformun bu sisteme entegrasyonu, tek başına ne kadar gelişmiş olursa olsun, onun operasyonel değerini doğrudan etkiler.

Türkiye’nin komuta-kontrol altyapısı da büyük ölçüde NATO standardına uygun şekilde yapılandırılmıştır. Bu yapı, özellikle ağ merkezli harekât konseptine uygun olup, Link-16 gibi taktik veri bağlantı sistemleriyle donatılmıştır. Dolayısıyla Türkiye’nin kullandığı radarlar, hava savunma sistemleri, insansız hava araçları, erken ihbar uçakları ve komuta merkezleri bu ağ içinde hep beraber entegre olarak çalışır. Bu altyapıya uygun platformların entegrasyonu hem teknik olarak daha kolaydır hem de zaman ve maliyet açısından daha verimlidir.

Türkiye’nin tek gerçekçi seçeneği: KAAN

Türkiye’nin savunma sanayisinde son yıllarda benimsediği temel yaklaşım, dışa bağımlılığı azaltmak ve kritik teknolojilerde milli üretimi öncelemek olmuştur.

Tamamen yerli ve milli imkânlarla geliştirilen 5. nesil savaş uçağı KAAN, Türkiye’nin hava kuvvetlerinin uzun vadeli ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde tasarlanmaktadır. Bu proje sayesinde Türkiye, sadece bir savaş uçağına değil, aynı zamanda radar, görev bilgisayarı, sensör füzyonu, motor ve yazılım gibi alt sistemlerde de derin bir teknolojik bilgi birikimine sahip olacaktır. Bu da başka hiçbir ülkeden tam anlamıyla elde edilemeyecek bir teknoloji egemenliğini mümkün kılar.

KAAN, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin mevcut komuta-kontrol altyapısı, hava savunma sistemleri, İHA/SİHA ağı ve radar sistemleriyle doğrudan uyumlu olarak geliştirilir. Bu da operasyonel etkinlik açısından kritik bir avantajdır. Su-35 veya Su-57 gibi yabancı platformların entegrasyonunda yaşanacak uyumsuzluk, KAAN’da söz konusu değildir.

Yerli yazılım, veri bağlantısı ve elektronik harp sistemleri sayesinde KAAN, ağ merkezli harekât konseptine en yüksek düzeyde entegre olabilecek yapıda geliştiriliyor. Bu da sadece teknik bir avantaj değil, aynı zamanda harekât güvenliği açısından da bir gerekliliktir.

Rus yapımı Su-35 gibi 4. nesil uçaklar, her ne kadar takdir alsa da modern harp ortamında artık yetersiz kalacaktır. Su-57 ise hâlâ geliştirme sürecini tamamlayamamış, operasyonel olarak olgunlaşmamış bir platformdur. Ayrıca bu sistemlerin Türkiye’nin mevcut NATO altyapısına uyumsuzluğu, ciddi bir entegrasyon engeli teşkil etmektedir.

Hindistan örneğinde olduğu gibi, teknoloji paylaşımı ve görev sistemleri konusunda yaşanan sorunlar, benzer bir ortaklıkta Türkiye’yi de teknolojik anlamda bağımlı ve kırılgan bir konuma getirebilir. Bu durum ise Türkiye’nin savunma vizyonuyla çelişir.

Batılı ülkelerle yaşanan siyasi gerilimler ve S-400 örneğinde görülen yaptırım süreçleri, yabancı silah platformlarına bağımlılığın Türkiye’yi dış politikada ne denli sıkıştırabildiğini göstermiştir. Su-35 veya Su-57 gibi alternatifler, NATO ile daha büyük uyumsuzluklar ve siyasi krizler yaratma potansiyeline sahiptir. Aynı şekilde Rusya ile yeni sorunların kapısını aralayabilir.

KAAN projesi, sadece bir uçak üretim projesi değil, aynı zamanda çok sayıda yerli firmanın dâhil olduğu bir teknoloji ve sanayi ekosistemi projesidir. ASELSAN, HAVELSAN, TUSAŞ, TEI, ROKETSAN gibi kuruluşlar aracılığıyla ülke genelinde binlerce mühendis, teknisyen ve tedarikçi KAAN ile doğrudan ya da dolaylı olarak çalışıyor. Bu da hem ekonomik kalkınma hem de savunma sanayisinde sürdürülebilir bir gelişim modeli açısından büyük önem taşıyor. Yabancı bir platformun tedariki durumunda bu kazanımların çoğu elde edilemez.

KAAN’ın geliştirilmesi, Türkiye’ye sadece 5. nesil bir savaş uçağı değil, aynı zamanda bu neslin ötesine geçebilecek bir Ar-Ge ve üretim kabiliyeti kazandıracaktır. Bu da gelecekte 6. nesil uçaklar, insansız savaş uçakları ve hibrit sistemler için zemin hazırlayan bir adımdır. Yabancı sistemler ise bu vizyona katkı sunmak yerine Türkiye’yi teknoloji tüketicisi konumuna hapseder. KAAN ise Türkiye’yi bu teknolojilerin üreticisi ve ihracatçısı hâline getirecek stratejik bir araçtır. Haliyle Türkiye’nin 21. yüzyıldaki hava gücünü şekillendirecek bu platforma yapılacak her yatırım, sadece bir uçağa değil; egemenliğe, caydırıcılığa ve bağımsızlığa yapılan bir yatırımdır.

F-35 vs Su-35 vs Su-57 vs KAAN karşılaştırması

ÖzellikF-35 Lightning II (ABD)Su-35S Flanker-E (Rusya)Su-57 Felon (Rusya)KAAN (Türkiye)
Nesil5. Nesil4++ Nesil5. Nesil5. Nesil (gelişmekte)
RolÇok rollü (Stealth)Hava üstünlük/hücumÇok rollü (Stealth)Çok rollü (Stealth)
ÜreticiLockheed MartinSukhoi / UACSukhoi / UACTUSAŞ (TAI)
İlk Uçuş2006200820102023 (ilk uçuş)
Azami HızMach 1.6 (~1,930 km/s)Mach 2.25 (~2,400 km/s)Mach 2.0 (~2,220 km/s)Mach 1.8+ (~2,210 km/s)
Menzil (Dahili yakıt)~2,200 km~3,600 km~3,500–4,300 km (tahmini)~2,800–3,000 km (tahmini)
İtici Güç1 × F1352 × AL-41F1S2 × AL-41F1 / Izdeliye 302 x 29,000 lb
(motor seçenekleri mevcut)
İtki Vektör KontrolüYokVarVarBekleniyor (gelecek versiyon)
Silah Kapasitesi~8.2 ton (dahili + harici)~8 ton (harici)~10 ton (dahili + harici)~10 ton (planlanan)
Görünmezlik (Stealth)Çok yüksekDüşükYüksekYüksek (tasarımsal olarak)
RadarAN/APG-81 AESAIrbis-E PESAN036 Belka AESAAESA (MURAD / ASELSAN)
Durumsal FarkındalıkÇok yüksek (sensör füzyon)OrtaYüksekYüksek (sensör füzyon planlı)
Maliyet (tahmini)~80 milyon USD~40–50 milyon USD~50–70 milyon USD (erken dönem)~100+ milyon USD (tahmini)
Operasyon DurumuSeri üretim, aktifSeri üretim, aktifSınırlı operasyonelGeliştirme / test aşaması
RCS (Radar Kesit Alanı)~0.001 m² (çok düşük)~2–5 m² (yüksek)~0.1–0.5 m² (orta-düşük)~0.01–0.1 m² (açık kaynaklarda tahmini)

Notlar:

  • KAAN henüz test sürecindedir. RCS ve radar gibi değerler tahmini olup, resmi doğrulama henüz yapılmamıştır.
  • KAAN, özellikle stealth (görünmezlik), AESA radar, sensör füzyonu ve süpersonik hızda seyir gibi 5. nesil kabiliyetleri hedeflemektedir.
  • Uçuş kontrol sistemleri, gövde şekli ve dahili silah istasyonları stealth performansını ciddi şekilde etkiler. KAAN bu anlamda F-22/F-35’e yakın bir mimari benimsiyor.

Rusya’nın savaş uçağı gündemde: Türkiye Su-35 ve Su-57 alır mı? yazısı ilk önce Tabya Dijital üzerinde ortaya çıktı.